Amerika Birleşik Devletleri’nin Yemen’e yönelik son saldırıları, Ortadoğu’daki karmaşık güç dengelerinin bir yansıması olarak değerlendirilebilir. Kızıldeniz’deki ticaret yollarını koruma gerekçesiyle Husi hedeflerine yönelik bombardıman gerçekleştiren ABD, görünürde güvenlik endişelerini ön planda tutsa da, bu hamlenin temelinde çok katmanlı farklı hedefler bulunmaktadır. Yemen’in stratejik konumu, sadece bölgesel bir mesele olmaktan çıkıp küresel güç mücadelesinin kilit bir sahnesine dönüşürken, bu saldırılar hem Ortadoğu’nun sessiz aktörlerini hem de uluslararası arenadaki büyük oyuncuları içine çeken bir girdap yaratmaktadır. Bab’ül Mendep Boğazı gibi hayati bir geçiş noktasını kontrol eden Yemen, enerji nakliyatının güvenliği açısından vazgeçilmez bir rol oynuyor. Bu durum, ABD’nin bölgedeki askeri varlığını artırma ve İsrail gibi müttefiklerine yönelik tehditleri ortadan kaldırma çabasını daha da karmaşık hale getiriyor.
Yemen’deki gelişmeler, Arap devletlerinin sessizliğiyle birleştiğinde, küresel ölçekte Çin’i izole etme çabasının bir parçası olarak okunabilir. Yemen’e yönelik Amerikan bombardımanı başladığında, Arap dünyasından yükselen tek ses, derin bir sessizlik oldu. Tıpkı Gazze’de İsrail’in aylardır sürdürdüğü operasyonlara karşı sergilenen suskunluk gibi, bu kez de Ürdün, Suudi Arabistan ve diğer Arap monarşileri kraliyet saraylarının konforundan çıkıp tepki vermedi. Suudi Prens Muhammed bin Selman’ın “Filistin benim meselem değil” sözü, bu ülkelerin önceliklerini net bir şekilde özetliyor: Hubb-u cah ve koltuklarını korumak. Amerika Birleşik Devletleri’nin sunduğu güvenlik şemsiyesi ve silah sanayine olan tam bağımlılıkları, bu monarşileri Washington’ın emirlerine tabi birer uzantı haline getirmiştir. Yemen’de Husilere karşı yapılan saldırılar, Suudi Arabistan için bir ödül niteliğinde; zira Husiler, İran’ın desteğiyle Riyad için ciddi bir tehdit oluşturuyor. Ancak bu ödülün bir bedeli var: Suudilerin, en büyük petrol alıcısı Çin ile ticaretlerini kısıtlaması ve günde 1,8 milyon varil petrol ihraç ettiği Pekin’le ilişkileri törpülemek.
Amerikan Emperyalizmi Yemen Saldırıları ile Neleri Hedeflemektedir?
Yemen’e yönelik saldırılar, yalnızca Husileri değil, aynı zamanda Çin’i çevreleme ve izole etme politikasının bir uzantısı olarak değerlendirilmelidir. Aden Körfezi’nden Hürmüz Boğazı’na uzanan bölge, son yıllarda Çin’in etkisi altına girmiş durumda. Somaliland ve Eritre’deki liman işletmelerinin Çin şirketlerince kontrol edilmesi, Pekin’in Kuşak ve Yol İnisiyatifi (Projesi), bu coğrafyada Çin’in ayak izlerini güçlendirmiş durumdadır. Buna karşılık, ABD, bu etkinin kırılması amacıyla bölgedeki istikrarı bozabilecek her türlü adımı atmaya hazır görünmektedir. Yemen’de süregelen kaos, Çin’in ticaret yollarını kesintiye uğratırken, İran’ın Çin’e yönelik enerji akışını engellemek de olası seçenekler arasında yer almaktadır. İran, Çin’in en önemli petrol tedarikçilerinden biri olup, bu bağın koparılması ambargo, iç karışıklık ve ardından doğrudan müdahale gibi yöntemlerle gerçekleştirilebilir. Ayrıca Güney Kıbrıs’ın bir lojistik merkezine dönüşmesi, Gazze savaşını bahane edip ABD’nin savaş gemilerinin bölgeyi gelmesi bu senaryonun altyapısını destekleyen gelişmeler arasındadır. Bunun yanı sıra, ABD’nin bölgedeki deniz üslerini genişletme girişimleri, Çin’in Hint Okyanusu’ndaki manevra alanını kısıtlamayı amaçlamaktadır. Bu strateji, Pekin’in küresel tedarik zincirlerindeki etkisini zayıflatmayı hedeflerken, aynı zamanda Asya-Pasifik bölgesindeki müttefiklerini güçlendirmeyi ve cesaretlendirmeyi de amaçlamaktadır.
Bu strateji, yalnızca Çin’in Hint Okyanusu’ndaki manevra alanını kısıtlamayı değil, aynı zamanda Kuşak ve Yol İnisiyatifi’nin önemli bir ortağı olan Türkiye’yi de dolaylı olarak etkileyecektir. Türkiye, Ortadoğu ile Avrupa arasındaki enerji ve ticaret koridorlarında kritik bir köprü konumundadır ve Çin ile geliştirdiği ekonomik ilişkiler, özellikle liman yatırımları ve altyapı projeleri, Pekin’in küresel tedarik zincirlerindeki etkisini güçlendirmiştir. ABD’nin Yemen’deki operasyonları ve bölgedeki istikrarsızlığı derinleştirme çabaları, Türkiye’nin Çin ile olan enerji ve ticaret bağlarını zayıflatma potansiyeli taşırken, aynı zamanda Ankara’yı Washington’ın bölgesel politikalarına daha fazla uyum sağlamaya zorlayacaktır. Öte yandan, Türkiye’nin Yemen’deki Husi meselesine doğrudan müdahil olmaması, ancak Kızıldeniz’deki ticaret yollarının güvenliğine duyduğu ilgi, Ankara’nın bu kaotik denklemde sessiz ama dikkatli bir izleyici konumunda olduğunu göstermektedir. ABD’nin Güney Kıbrıs’taki lojistik üslerini genişletmesi ve Doğu Akdeniz’deki askeri varlığını artırması ise Türkiye için ek bir baskı unsuru oluşturmakta, bu da Yemen’deki gelişmelerin dolaylı yansımalarının Türkiye’nin jeopolitik hesaplarını etkileyebileceğini ortaya koymaktadır.
Suudi Arabistan’ın ise son zamanlarda ABD tarafından bölgesel bir güç gibi gösterilmeye başlanması ise bir yanılsamadan ibarettir. Riyad’ın asıl derdi, İran’ın bölgedeki vekil güçleri, özellikle de Husilerdir. ABD, Yemen operasyonlarıyla Suudilere nefes aldırırken, karşılığında Çin’e karşı ekonomik bir koz elde etmektedir. Bu koz, aynı zamanda ABD-Çin ticaret savaşının bir cephesi olarak karşımıza çıkmaktadır. Trump döneminde son zamanlarda gözlemlenen Rusya’yı yanına çekme çabalarının temel amacı, Çin’i uluslararası alanda yalnızlaştırmaktır. Öte yandan, İsrail’in güvenliğini perçinleme hedefi de bu denklemin içinde okunmalıdır. ABD’nin öncülüğünde ortaya atılan Hindistan-Ortadoğu-Avrupa Koridoru (IMEC), Çin’in Kuşak ve Yol Projesine alternatif olarak sunulsa da, asıl amacı ekonomik olmaktan çok siyasidir. Suudi Arabistan, BAE ve Ürdün’ü İsrail’le yakınlaştırmayı, Avrupa Birliği ile zengin ve işbirlikçi Arap devletleri arasındaki ilişkileri güçlendirmeyi hedeflemektedir. Bu proje, aynı zamanda, Ortadoğu’da ABD yanlısı bir blok oluşturarak İran’ın bölgesel etkisini kırmayı planlamaktadır. Özetle, Yemen’deki operasyonlar, IMEC (Hindistan-Orta Doğu-Avrupa Ekonomik Koridoru) projesinin güvenliğini sağlayarak, İsrail’in iç güvenliğini pekiştirme ve itaatkâr Arap monarşilerini daha uyumlu müttefikler haline getirme işlevini yerine getirmektedir.
Sonuç olarak, Yemen’deki Amerikan saldırıları, sadece bir askeri operasyon değil, küresel düzeyde enerji koridorlarının geleceğini belirleme amacıyla oynanan bir satrancın son hamlelerinden birisidir. Arap monarşilerinin sessizliği, bu oyunda piyon olduklarını bir kez daha kanıtlamaktadır. Çin’i dengelemek, müttefiklerini sekteye uğratmak ve İsrail’in bölgesel konumunu sağlamlaştırmak için Amerikan emperyalizmi, her türlü aracı kullanmaya hazır durumdadır. Yemen, bu büyük oyunun yalnızca bir sahnesi olarak karşımıza çıkarken; asıl mücadele ise ticaret yolları, enerji hatları ve güç koridorlarında sürmeye devam edecektir. Ortadoğu’nun geleceği, bu sessiz ittifakların ve gürültülü çatışmaların gölgesinde şekilleniyor. Yemen’deki çatışmanın uzaması, ABD’nin rakiplerine karşı uzun vadeli bir yıpratma stratejisi izlediğini gösteriyor; bu da Ortadoğu’nun kaotik yapısının daha uzun yıllar devam edeceğinin bir işareti olarak karşımıza çıkıyor