Türkiye’nin 1983 yılından bu yana Kuzey Irak’ta gerçekleştirdiği sınır ötesi harekâtlar, genellikle PKK’ya ait kampları hedef almış ve kısa süreli, belirli alanlara odaklanmış müdahaleler olarak öne çıkmıştır. Bu askeri girişimlerin ardından bölgeye kalıcı birlik bırakılmaması da bu operasyonların ayırt edici özelliklerinden biridir. Ancak son yıllarda Ankara'nın sınır ötesinde kalıcı karakollar inşa etmesi ve bu karakolların sayısını giderek artırması, 2018 sonrası hem Kuzey Irak'ta hem de Suriye'nin kuzeyinde PKK ve onun bölgesel uzantıları olan YPG/PYD'ye yönelik operasyonları, Türkiye'nin bu bölgelere yönelik stratejisinde ve dış politika önceliklerinde köklü bir değişikliğe işaret etmektedir. Bu değişim, küresel ve bölgesel dinamiklerin etkisiyle şekillenmiştir.
Ankara'nın ulusal güvenlik ve çıkarlarını yalnızca çevresindeki vekil örgütler üzerinden değerlendirmek, durumu yüzeysel bir şekilde anlamaya yol açacaktır. Bölgedeki güç dengeleri, uluslararası ilişkiler ve güvenlik tehditleri, bu tür operasyonların etkilerini anlamada kritik öneme sahiptir. Bu nedenle, Türkiye’nin Kuzey Irak ve Suriye’deki PKK/PYD/YPG unsurlarına yönelik olası operasyonları, daha geniş bir çerçeveden ele alınmalıdır. Örneğin bu bağlamda, 2019'da açıklanan ve 2023'te G20 Zirvesi’nde detaylandırılan Hindistan-Orta Doğu-Avrupa Ekonomik Koridoru (IMEC) Projesi, Türkiye’nin bölgedeki ekonomik etkinliği açısından ciddi bir meydan okuma teşkil etmektedir. IMEC, Türkiye’yi bypass ederek Hindistan’dan Birleşik Arap Emirlikleri, Ürdün ve İsrail üzerinden Avrupa’ya ulaşmayı hedeflemektedir. Dolayısıyla, Türkiye’nin bölgedeki operasyonları ve jeopolitik hamleleri, sadece güvenlik odaklı bir strateji olarak değil, aynı zamanda ekonomik koridorlar ve küresel ticaret yollarındaki stratejik konumunu koruma ve güçlendirme çabası olarak da değerlendirilebilir. Ankara, hem güvenlik tehditlerine karşı hem de ticari dinamiklerdeki değişimlere uyum sağlayarak bölgesel ve küresel güç dengelerinde kendine yer açmaya çalışmaktadır. IMEC Projesi, büyük ölçekli altyapı yatırımları ile bölgedeki enerji ve ticaret akışını değiştirmeyi amaçlamakta olup, Türkiye’yi bu ekonomik güzergâhın dışında bırakma potansiyeli taşımaktadır. Özellikle Akdeniz gazının Avrupa’ya taşınmasında marjinalleşen Ankara, IMEC Projesi’nin hayata geçirilmesiyle küresel jeopolitik konumunda daha da dezavantajlı bir duruma düşecektir. Bunun yanında, IMEC projesi Suriye ve Irak’ın parçalanmasının ardından bölgede İsrail’i iyice güçlendirecek ve Türkiye’nin bölgedeki pozisyonunu daha da karmaşık hale getirecektir.
Ancak Türkiye, küresel ve bölgesel aktörlere karşı alternatif bir yol olarak sunduğu “Kalkınma Yolu Projesi” (KYP) ile IMEC Projesine karşı bir seçenek yaratmayı hedeflemektedir. Körfez’den başlayarak Irak üzerinden Türkiye’ye ve Avrupa’ya uzanacak olan bu proje, bölgenin ekonomik gelişimine ve enerji güvenliğine katkı sağlayacak bir potansiyele sahiptir. Bu bağlamda, Kuzey Irak ve Suriye’deki PKK/PYD/YPG gibi vekil unsurların varlığı, sadece bir iç güvenlik perspektifinden değil, aynı zamanda bölgedeki enerji ve ticaret yollarını kontrol etme mücadelesi bağlamında değerlendirilmelidir. KYP ve Kerkük-Yumurtalık Petrol Boru Hattı gibi projelerin önündeki engeller de benzer bir çerçevede ele alınmalıdır. Kerkük-Yumurtalık hattı, bölgedeki vekil örgütlerin faaliyetleri ve süregelen istikrarsızlıklar nedeniyle yıllarca tam kapasite kullanılmamıştır.
Bölgedeki Türk, Arap ve Kürt halklarının işbirliği yaparak bu vekil örgütlerin faaliyetlerini sınırlama çabası, hem bölgenin istikrarı hem de enerji ve ticaret yollarının güvenliği açısından elzemdir. Amerika Birleşik Devletleri başta olmak üzere, diğer emperyalist dış aktörlerin kendi çıkarları doğrultusunda yerel vekil güçleri kullanması, bölge halklarının güvenliğine yönelik ciddi tehditler oluşturmaktadır. Ayrıca önümüzdeki günlerde Türkiye’nin Kuzey Irak ve Suriye’deki muhtemel askeri operasyonlarında, Türk ve Kürt halklarının ortak çıkarlarını gözeterek barışçıl ve işbirlikçi bir stratejinin benimsenmesi, bölgenin uzun vadeli istikrarı açısından kritik bir öneme sahiptir. Bu girişimler, yalnızca güvenlik odaklı değil, aynı zamanda bölgenin ekonomik kalkınmasına hizmet eden ve Türk-Kürt halkları arasında işbirliğini güçlendirmeye yönelik adımlar olarak ele alınmalıdır. Bu halklar arasında sağlanacak her türlü çözüm arayışının, dış müdahalelerden bağımsız, gerçek eşitlik, özgürlük ve kardeşlik temelinde şekillenmesi, bölgedeki sorunların çözümünde önemli bir adım olacaktır. Popülist milliyetçilik ya da ideolojik ayrışmalar yerine, bölgede barış atmosferi inşa etmeye yönelik yapıcı işbirlikleri ön plana çıkarılmalıdır.
Orta Doğu’da Türk, Kürt ve Arap halkları en azından belirli konularda ortak bir irade sergilememesi, çatışmaları ve istikrarsızlığı devam ettirip, bölgeyi dış müdahalelere açık hale getirip, ortak çıkarlar doğrultusunda kalıcı çözümler üretilmesini zorlaştıracaktır. Bölgede adeta bir “koridorlar savaşı” yaşanmakta, bölge halklarının emperyalist güçlere karşı ortak bir duruş sergileyememesi, istikrarı daha da tehlikeye sokmaktadır. Bu süreçte, halkların birlikte hareket ederek dış müdahalelere karşı ortak çözümler üretmesi hayati önem taşımaktadır. Aksi takdirde, Orta Doğu’nun ekonomik ve sosyal kalkınması ciddi tehdit altında kalacak ve bu zayıflıktan emperyalist güçler faydalanmaya devam edecektir.
Rahman Demirkol / 20.09.24