İsrail’in Golan Tepelerinden daha ileriye doğru ilerleyip sözde güvenlik bölge oluşturma iddiasıyla toprak kazanımları ve bu süreçteki olası stratejik hedefleri, bölgenin geleceği açısından kritik bir önem taşımaktadır. İsrail, son günlerde Golan Tepeleri ilerisinde %20 oranında yeni bir toprak genişlemesi sağlamış durumdadır. Bu hamlenin yalnızca toprak kazanımıyla sınırlı kalmayacağı, aynı zamanda bölgede yeni bir düzenin temellerini atmaya yönelik daha büyük bir stratejiyi işaret ettiği görülüyor. Bu bağlamda, Dera bölgesinde bir "Dürzi Eyaleti" kurulabileceği, bu topluluğun İsrail tarafından silahlandırılarak bölgede bir hak iddia etmesi için teşvik edilebileceği konuşuluyor. Bu tür bir hamle, İsrail’in bölge üzerindeki kontrolünü artıracak ve Suriye’nin istikrarsızlaştırılması stratejisine hizmet edecektir.
Suriye’deki karmaşa ve dağınıklığın derinleşmesinin, İsrail’in çıkarlarına hizmet edeceği aşikar. Bu sebeple kendi sınırlarına yakın, bölünme ve kargaşayı derinleştirecek bir Dürzi Devleti projesini destekleyen İsrail’in aynı şekilde, doğrudan ya da dolaylı olarak, Suriye’nin doğusunda federal bir Kürt devleti kurulması senaryosunu da açıktan destekleyecektir. Böyle bir durum, Suriye’nin demografik yapısını ciddi şekilde etkileyecek, Arap-Kürt gerilimini tırmandıracak ve bölgedeki mevcut güç dengelerini daha da karmaşık hale getirecektir.
PKK/YPG/SDK gibi yapıların bu süreçteki rolü ise oldukça belirgindir. Örgüt, Rakka ve Deyrizor gibi tarımsal ve enerji kaynakları açısından önemli bölgelerden elde ettiği kaynaklarla, bölgenin tarım kapasitesinin %40’ını, petrol kaynaklarının tamamına yakını Amerika’nın yönlendirmesiyle elinde tutmaktadır. Bunun yanı sıra, uyuşturucu ticareti de örgütün en büyük finansman kaynaklarından birini oluşturmaktadır. Mahir Esed’in kontrolündeki laboratuvarların da PKK/YPG/SDK’nin uyuşturucu üretimine hizmet ettiği bilinirken, bu ticaretten yılda yaklaşık 31 milyon euro gibi ciddi bir gelir elde edilmektedir. Uyuşturucu ticaretinden sağlanan bu gelir, örgütün finansal gücünü artırırken, bölge halkının daha fazla mağduriyet yaşamasına neden olmaktadır.
Bu ekonomik avantajlara rağmen, PKK/YPG/SDK’nin bölgede karşılaştığı toplumsal tepki giderek büyümektedir. Rakka ve Deyrizor gibi kritik bölgelerde, yerel halkın ve özellikle Arap aşiretlerinin örgüte karşı artan öfkesi, PKK/YPG/SDK’nin kontrol alanlarında ciddi bir çözülmeye yol açmaktadır. Özellikle Arap aşiretlerinin ayaklanmaları, örgütün elindeki topraklarda güvenliğini zayıflatmakta ve örgütün bu bölgelerdeki hakimiyetini tehdit etmektedir. Bu noktada, herkesin PKK/YPG/SDK ile bölgedeki Kürtler arasında bir ayrım yapması gerektiği önem kazanmaktadır. Bu örgütler, Kürt halkını temsil etmekten ziyade, etnik kimlik kartını kullanarak emperyalist devletlerin çıkarlarına hizmet etmektedir.
Abu Muhammed el-Colani’nin son açıklamalarını dinlediğimizde ve sahadaki durumu değerlendirdiğimizde, PKK/YPG/SDK’nın önümüzdeki günlerde iki seçeneği olacağı görülmektedir: Ya lider kadrosunu ülke dışına çıkarıp, örgütü lav ettiklerini açıklayacaklar ya da önümüzdeki günlerde, muhalif unsurların Rakka’dan kuzeye doğru ilerlediğini görüp, Suriye Millî Ordusu’nun Menbiç’ten doğuya doğru hareket ettiğini ve ayrıca Barış Pınarı Harekâtı bölgesindeki Tel Abyad’dan, Ayn El Arab (Kobani)’a yönelik bir harekât düzenlendiğine şahitlik edeceğiz. Özellikle Rakka ve Deyrizorda Arap aşiretlerin yoğunluğu ve örgütün herhangi bir sivil destekten uzak olması bu üç hattan (Rakka, Menbiç, Tel Abyad) yapılacak harekâtla birlikte, PKK/YPG/SDK’yı Haseke-Kamışlı koridoruna sıkıştıracaktır. Lojistik hatlarının baskı altına alınması ve yerel halkla iş birliğinin güçlendirilmesi, örgütün etkisini büyük ölçüde zayıflatacak ve bölgede hakimiyetini hızla kaybetmesini sağlayacaktır. İkinci senaryoda Kamışlı’ya çekilecek olan örgütün, Kürtlerden de beklediği desteği alamaması, PKK/YPG/SDK’nin giderek daha fazla yalnızlaşmasına yol açacaktır. Sivil halka zorla silah dağıtma, zorla haraç toplama ve Arap aşiretlerinin çocuklarını zorla silah altına alma gibi eylemler, örgütün toplumsal tabanını zayıflatmış ve yerel halkın örgüte duyduğu öfkeyi çoktan artırmış durumdadır.
Ayn el Arap (Kobani)’ta yaşanacak gelişmelerin, uluslararası kamuoyunda geniş yankı uyandırması beklenmektedir. Türkiye’nin doğrudan müdahalesi, uluslararası toplumda abartılı tepkilere yol açacaktır, dolaylı yöntemlerle muhalif unsurların desteklenmesi, bu bölgede daha etkili ve sürdürülebilir bir sonuç sağlayacaktır. Bu strateji, hem uluslararası kamuoyunun hassasiyetlerini göz önünde bulunduracak hem de sahada istenilen sonuçları elde etmeye yönelik bir denge oluşturacaktır. Öte yandan, PKK/YPG/SDK özellikle Avrupa’da yıllardır “Suriye’de sivillerin öldürüldüğü” yönünde yoğun bir propaganda yürütmektedir. Örgüt elemanları uzun zamandır çatışmalarda doğrudan silah kullanarak saldırılarda bulunurken, ardından kadınların ve çocukların yanına kaçıp onları siper edinmekte ve çatışma sonucu yaşanan kayıpları “kadınlar ve çocuklar öldürülüyor” propagandasına dönüştürmektedir. Bunun en son örneğini örgütün Suriye’de kontrol ettiği bölgelerde sivil halka zorla silah dağıtıp, ön cephelere sürdüğü durumlarda gözlemliyoruz. PKK/YPG/SDK’nin bu tür dezenformasyon yöntemlerini yıllardır kullandığı artık bilinmektedir. Bu nedenle, hem sahada hem de uluslararası diplomasi alanında doğru bilgilendirme stratejileriyle bu tür propagandalara karşı konulması ve gerçekte olan bitenlerin etkin bir şekilde vurgulanması büyük önem taşımaktadır.
Sonuç olarak, İsrail’in Golan Tepelerinden başlayan toprak genişletme hamleleri ve bölgede yeni düzen arayışları, Suriye’nin istikrarını daha da sarsarken, PKK/YPG/SDK gibi yapılar üzerinden sürdürülen stratejiler bölgenin demografik ve siyasi dengelerini karmaşıklaştırmaktadır. Örgütün, uyuşturucu ticareti ve tarımsal, enerji kaynakların sömürülmesi gibi ekonomik avantajlara rağmen, Rakka ve Deyrizor’da yerel halkın ve özellikle Arap aşiretlerinin artan tepkisiyle karşılaşması, kontrol alanlarında ciddi çözülmelere yol açacaktır.
Ayn El Arab (Kobani) ve çevresinde yaşanacak gelişmeler, yalnızca askeri hareketlilikle değil, uluslararası kamuoyunun tepkileri ve yerel halkın tutumlarıyla da şekillenmelidir. Muhalif unsurların dolaylı yöntemlerle desteklemesi, hem sahada etkili sonuçlar doğuracak hem de uluslararası baskılardan kaçınmak için daha sürdürülebilir bir strateji sunacaktır. PKK/YPG/SDK’nın, Kürt halkının gerçek temsilcisi olmaktan ziyade, başta Amerika olmak üzere diğer emperyalist güçlerin çıkarlarına hizmet eden kukla bir vekil (proxy) örgüt olduğu gerçeği giderek daha fazla ortaya çıkmaktadır. Lojistik hatlarının baskı altına alınması ve yerel halkla güçlenen iş birliği, örgütün bölgedeki etkisini hızla zayıflatacak ve Kamışlı gibi dar bir alana sıkışmasına neden olacaktır. Uzun vadede, bu yapıların yerel halkın tarihsel ve toplumsal dinamiklerini yok sayarak bölgedeki varlıklarını sürdürmeleri mümkün değildir.
Bölgenin gerçek sahipleri olan Arap, Kürt ve Türkmen halklarının, adil bir temsiliyet ve kapsayıcı bir çözümle Suriye’nin birliğini sağlaması, uzun vadeli istikrar için kaçınılmazdır. Bu halkların, etnik, dini ve kültürel çeşitliliği bir zenginlik olarak görerek ortak bir gelecek kurması, yalnızca bölgesel istikrar için değil, aynı zamanda uluslararası barışın sağlanması için de kritik önemdedir. Suriye’nin parçalanması veya federal bir yapıya dönüştürülmesi senaryoları, bölgedeki etnik ve mezhepsel çatışmaları daha da derinleştirecek, bölgeyi uzun yıllar sürecek istikrarsızlık ve dış müdahalelere açık hale getirecektir. Bu çözüm, Suriye’nin federal bir yapı yerine üniter bir devlet olarak yeniden inşa edilmesi ve tüm halklara eşit davranılan bir sistemin tesis edilmesiyle mümkün olacaktır. Üniter bir yapı, devletin egemenliğini sağlam tutarken, yerel halkların, haklarının güvence altına alındığı bir sistem kurmayı hedeflemelidir. Bu, merkeziyetçilikten uzak, halkın temel ihtiyaçlarına duyarlı bir yönetişim modeliyle desteklenmelidir. Eğitim, sağlık, yerel yönetimler ve ekonomik kalkınma alanlarında atılacak eşitlikçi adımlar, farklı grupların sisteme güvenini artıracaktır.
Ancak bu hedef, yalnızca yerel aktörlerin değil, bölgesel ve uluslararası güçlerin de sorumluluk alarak çatışmayı derinleştiren stratejilerden vazgeçmesi ile sağlanabilir. Özellikle dış aktörlerin, Suriye’nin doğal kaynaklarını sömürmeye yönelik müdahalelerine, başta Amerika Birleşik Devletleri olmak üzere, son vermesi gerekmektedir. Aynı şekilde İran'ın mezhepçi politikalarını sürdürmekten vazgeçmesi kritik bir öneme sahiptir. Ayrıca, bölgedeki ayrılıkçı hareketleri desteklemekten kaçınılmalı ve uluslararası toplum, Suriye’nin toprak bütünlüğünü savunarak halkların kendi geleceğini belirleme hakkını tanımalıdır.
Halkların birlikte ve eşit koşullarda yaşayabileceği bir Suriye modeli, bölgenin tarihsel bağlarına ve toplumsal dinamiklerine uygun bir çözüm olacaktır. Suriye’nin tarih boyunca farklı etnik ve dini grupların bir arada yaşadığı bir coğrafya olduğu unutulmamalıdır. Bu birikim, günümüzde bir dezavantaj değil, aksine bir fırsat olarak değerlendirilmelidir. Bu bağlamda, çatışma sonrası dönemde uzlaşı süreçlerinin hayata geçirilmesi, toplumsal barışın yeniden sağlanmasında temel rol oynayacaktır. Suriye’nin birliğini ve halkların dayanışmasını esas alan bu yaklaşım, sadece Suriye için değil, tüm Ortadoğu’nun istikrarı için bir umut ışığı olacaktır. Buna ek olarak, uluslararası toplum ve bölgesel aktörler, Suriye’nin ekonomik kalkınmasını desteklemeli ve savaşın yarattığı yıkımın telafi edilmesine yardımcı olmalıdır. Ekonomik kalkınma, istikrarlı bir siyasi sistemin en önemli dayanaklarından biridir. Eğitim ve istihdam alanlarında yapılacak reformlar, özellikle genç nesillerin geleceğe umutla bakmasını sağlayacaktır. Arap, Kürt, Türkmen ve diğer bölge halklarının eşit haklarla, adil bir temsil altında yaşayabileceği bir Suriye, hem yerel hem de küresel barış için bir model teşkil edecektir